"Hakkımı helal etmeyeceğim"

"Hakkımı helal etmeyeceğim"

Sabah Gazetesindeki köşesinde iddialara cevap veren Prof. Dr. Nihat Hatipoğlu, bu haberlerin belirli bir çevrenin talimatıyla yapıldığını belirterek, "Bu yalan ve iftira haberlerini yapan, yayan, vesile olan kim varsa, asla hakkımı helal etmeyeceğim" dedi.

İşte “10 yılda ne yaptım (Bir muhasebe)?” başlıklı o yazı:

Bundan 15 yıl öncesini düşünün. Üzerimizden 28 Şubat tankı geçmiş. ’Siyaset Meydanı’; ’Ceviz Kabuğu’ gibi tartışma programlarının oluşturduğu bir bulanıklık var. Dini anlamada tedirginlik ve gerginlik had safhada. Din magazin vasıtası yapılmaya çalışılmış. Paparazzi programlarının mezesi gibi takdim ediliyor.

Namaz vakitleri tartışmalarla üçe indirilmiş! Tavuk kurban olur mu olmaz mı konuşuluyor. Dine karşı, karşıt bir din hamlesi var.

Din konusunda cami cemaatinin elbet bilgisi var. Bazı dini hareket ve tarikatların da... Ama evdeki hanımlar, camiye gitmeyenler, gençler kulaktan duyma bilgilerle yetiniyorlar.

Özellikle ’tesettür’ gibi hassas konularda yeterli bilgisi olmayan; cumaları kılan, kendini sade Müslüman sayan milyonlar var. Din onların hayatının önemli bir paydası değil; kandil gecelerinin hatırlanan kandil simidi, belki güzel bir mesaj belki birkaç rekat namazdan ibaretti.

DİNE SOĞUK OLANI KAZANDIK

İnsanımızın ciddi bir kısmı dine mesafeliydi. Dinden ürküyorlardı. Çünkü TRT 1’deki resmi dini bilgilendirme dışında dişe dokunur bir din programı yoktu.

Televizyonlarda din adına kavgalar, mülahazalar, çamur atma gayretleri diz boyuydu. Seyirciye parmak sallayarak din anlatan arkadaşlarımız hayli revaçtaydı.

Dinden korkmuş ve hatta uzaklaşmış milyonlar vardı. Her türlü bid’at, hurafe, tahrifat, tahribat, önü açık şekildeydi. Belli odaklarca dini kitaplar sipariş ediliyor ve resmi bir din dizayn ediliyordu.

DİNİ HASSASİYETİ OLMAYAN TV’LER

Bir kardeşiniz olarak ben, 28 Şubat sonrası sayın Uzan’dan devr alınmış ve sonra Sayın Aydın Doğan’a satılmış olan Star TV’de din programına başladım. Radyolarda, konferans salonlarında yeni bir hamle başlattık. Bu yola çıkarken tek bir hedefim vardı: ’Hz. Peygamber’in (s.a.v.) kişiliği ve örnek şahsiyeti etrafında davayı pratiğe dökmek. Modeli işaret etmek. Bunun için Efendimiz’in (s.a.v.), sahabenin çok net anlatılması gerekiyordu. Ürkütmeden, korkutmadan, itmeden, uzaklaştırmadan. Dini dinlemeye pek de hevesli olmayan milyonları dini konularda aydınlatmak, onları radyo, konferans ve TV başında tutmak gerekiyordu. Ulaşmanın yolu buydu. Ulaşılmayan geniş halk kalabalığına varmak lazımdı. Önce ilgi uyandırılmalıydı. Dikkat çekilmeliydi. Akılda kalacak bir tebliğ metodu uygulanmalıydı.

YENİ BİR METOT GELİŞTİRDİK

Hafif bir fon eşliğinde, içten gelen duygusallıkla Hz. Peygamber (s.a.v.) ve sahabe hayatı ile milyonları dinle yeniden harmanladık. Milyonlarca insan birçok sahabiyi yeni duydu. Bu ilgi ve beraberinde anlatılan konulara ustaca yerleştirilmiş bilgi ile milyonlar "ne oluyor" demeye başladılar. Programlarımız evden eve, daireden daireye, parktan parka konuşulur oldu. Kitleler, zaten dini seven insanımız Hz. Peygamber’i (s.a.v.) daha da sevdi. Sahabeyi öğrendi. Dinin korkulacak bir şey olmadığını gördü. Evlerde İslam konuşulur oldu.


İLK KEZ DİNDEN REYTİNG GÖRDÜLER

Bize rastlayıp da din konusunda korkumuzu yenmemizi sağladınız diyen, namaza başlayan, içkiyi bırakan, özgüveni artan, vicdanı harekete geçen yüzbinlerce izleyicim var. Konferans salonlarında eğer 15-20 bin insan toplanıyorsa bunun elbette bir sebebi var.

Dini programlar izlenme potasına girdi: TV’ler ilk kez ’dinden reyting’ gördüler. İtibarsızlaştırılmış dini programlar, itibar görmeye başladı. Kavga için TV’lere çağırılan hocalar dini anlatmak için çağırılır oldular. Böylece kapılar din programlarına açılır oldu. Sahur ve iftar programlarında patlama yaşandı. Rekabetler bile yaşanır oldu. Hayatında dine dair bir endişesi olmayan birçok kanal sahibi din programı yapar oldu.

DİN ÜZERİNDEN KAVGAYI BİTİRDİK

İşin çarpıcı tarafı da; biz bu hamleyi dine mesafeli TV’lerde başardık. Bu nedenle de ’dini medya’ bizim bu gayretlerimizi hiç yazmadı. Hiç anlatmadı. Görmezden geldi. Yok saymaya çabaladı. Üvey evlat muamelesi yaptı. Ama biz hiç aldırmadan yürüdük.Çünkü doğru isen, yol arkadaşların melekler olur.

Artık ekranda kavga bitti. Tavukhorozdan kurban olur mu tartışmaları bitti. Din üzerinden İslam’ı ve dindarı hırpalamak dönemi kapandı.

MISIRLI SÜMEYYE’Yİ YAYINA ALMAK İÇİN

Bu noktaya gelmemiz kolay olmadı. İlahi okumak için stüdyomuza gelen sakallı bir ilahiciyi stüdyoya almak için az uğraşmadık. "O çıkmazsa yayını terk ederiz" dedikten sonra ancak alabildik. Ya Mısır’dan gelen Kuran okuyucusu Sümeyye? Sümeyye ,başını açsın öyle okusun diyen yöneticiye ’ne saçmalıyorsunuz!’ nasıl böyle bir şey teklif ederiz deyip kabul ettirinceye kadar alnımız terledi. Masa başından değerlendirmek ne kadar kolay.

Biz önce ’iman ve ilgi’ sonra ’bilgi’; sonra ’ilmihal’ ; sonra da ’detay’ ve ’soru cevap’ yöntemiyle dine olan ilgiyi artırmaya çabaladık. İnsanlara bilgi dayatan, jakoben bir bakışla değil; onların anlayacağı gibi sokakta yürüyerek bilgiyi dozuna göre aktardık. Artık istediğimi yapmış oldum. Yapabildiğimi. En azından her evde Hz. Peygamber (s.a.v.) tanınıyor, konuşuluyor, merak ediliyor. İşte bu yeter. Beni tatmin eden budur. Bugün gözüm açık değil artık.

NEDİR İSLAM’I YAŞAMAK?

Büyük kitlelerde İslami pratik oluştu. Nedir İslami pratik! Allah’ı sevmektir, Peygamber’i anlamaktır, Kuran’a yönelmektir, sahabiyi tanımaktır, tesettürdür, namazdır, içkiden uzaklaşmaktır, kul hakkına girmemektir, İslam ahlakıyla ahlaklanmaktır, iftira atmamaktır. Ve hatta, bir kesimi dine düşmanlıktan vazgeçirmektir.

Düne kadar ’haç’ kolyesini takan sanatçı ’hilal’ kolyesine döndüyse, en azından umre algısı oluştuysa, en azından İslam’dan ürkülmemesi gerektiğini gördüyse, sahur programında sabahın saat 03.00’ünde ATV’nin Sahur programı için onbinler Sultanahmet meydanına kendi imkânlarıyla akıyorsa, işte İslam’ın sosyalleşmesi, pratiğe dönüşmesi ve kitleleşmesidir.

BİZ NE YAPTIK?

Biz şu 10 yılda bununla yetinmedik. Ama her yaptığımızı da şova çevirip anlatmadık. Sakladık. Gizledik. Hiçbir yardımımızı ilan etmedik. Fakat en azından, artık lazım olan kadarını söyleyeyim:

Ankara Gölbaşı’nda 5 katlı bina yaptık, 200 öğrenciyi alim yapmak için ücretsiz orada okutacağız. Tamamen aile olarak bunu inşa ettik ne yardım istedik, ne yardım diledik. Ne de bağış aldık.

Bağlum ilçesinde yine kızlara yönelik bir bina yapmak için faaliyete başladık. Burada da 200 kız öğrenciyi din konusunda alime yapacağız. Burayı da kendi ailevi imkânlarımızla başaracağız.

Sayısı 100’e ulaşan öğrenciye burs veriyoruz.

Bugüne kadar ’Günlük Dualar’ kitabımdan 500 bine yakın eseri seyirciye ücretsiz ulaştırdık, gönderdik. Göndermeye devam ediyoruz.

50’ye yakın kitap; 200’e yakın kaset, cd ve dvd çıkardım. Bunların gelirlerinden yığınla hayırlı iş yaptık.

Bugüne kadar (14 sene boyunca, öncesi hariç) 4 bin konferans verdim. Her konferansıma 5 bin kişi gelmişse 20 milyon insanla kucaklaştım.

2000’e (Dosta Doğru, İftar, Sahur, Soru-Cevap, Kuran Sünnet ve Kandiller) TV programı yaptım.

6000 saat yayın yaptım.

BUZ DAĞLARI ERİDİ

Ülkenin dine bakış kimyasını, Rabbin lütfuyla değiştirdik. Genleriyle oynadık. Kapıyı açtık. Yolu açtık. "Yürüyün burada" dedik. Cemaat kurmaya çabalamadık. Arkamıza kitleleri toplamadık. Bu büyük teveccühü şahsi ikbal veya menfaat için hiç kullanmadık. Hiç kimseyle maddi hiçbir işimiz olmadı. Ne bir ihalede, ne bir iş takibinde, ne bir arazide, ne şunda, ne bunda işimiz olmadı. Alınterimizi helal dairesinde değerlendirmeye çabaladık. Etrafımızı hep kolladık.

ÇAMUR AT İZİ KALIR

Şimdi bu hizmetin tümünü etkisiz hale getirmek, tümünü lekelemek, etkisizleştirmek, İslam’a ve Hz. Peygamber’e olan bu yönelişi engelleyecek maddesel bir algı oluşturmak için çamur atan yalancı ve iftiracılarla karşılaşıyoruz.

Şu otelde kaçak bir kat var, gibi yalan, dolan ve iftira dolu haberlerle bütün bu hizmetleri akamete uğratmaya çabalayanlar var. 35 odalı bir butik otelimiz var. Arkadaşlarla,borçlanarak, kendi alınterimizle kurduğumuz bir mekân. Hem misafirimizi ağırlıyor hem giderini karşılayacak bir ağırlama yapıyor. Bu mekânı devleştirdiler. Manşet yapacak kadar kendilerini kaybettiler iftira attılar. Bu mekân alındığında 4 katlı, bugün 4 katlıdır. İşte belgesi. "İftiranızı geri çekin" desek de duymazdan geldiler. Yalan söylediler. Tekzip ediyoruz. Yayınlamıyor. Vicdanınız yok mu, bu iftiralardan ne beklersiniz diyoruz utanmadan sırıtıyorlar. Çünkü kendi iradeleriyle değil, talimatla saldırıyor ve çamur atıyorlar. Biz hepsinin farkındayız. Emir verenleri de... Derdimiz dünyalık olsaydı; gökdelenler diker, siz de ancak gölgesinden geçerdiniz. Önümüze konulan siyasi veya farklı imkânlara balıklama atlardık. Elbette biz yazıyoruz, melekler de yazıyor. Allah da en yüce ve şaşmaz hakem olacaktır. Mahkeme-i Kübra’da bu iftiracıların imanına talip olacağım. Bu yalan ve iftira haberlerini yapan, yayan, vesile olan kim varsa, asla hakkımı helal etmeyeceğim.Çünkü onların derdi, benim anlattıklarım.Gücünüz bizi susturmaya yetmeyecek.

NECİP FAZIL’LA BİTİRELİM

Bizim bütün bu dini faaliyetimizi haset gözüyle eleştirenler var. Yeni yeni yola çıkmışlar. Bizim alnımız terlerken onlar yoktu. Yarın bir sıkıntı olsa yine yok olacaklar. Üstad Necip Fazıl; zor zamanlarda ortada olmayıp, kurulan imkânlarla piyasaya kendini arz eden yeni yetmelere şöyle demişti bir mülakatta: "Biz hohlaya hohlaya buz dağlarını erittik. Şimdi ortalık çamurdan geçilmiyor."