Adli Yıl açılış töreninde sert mesajlar!

Adli Yıl açılış töreninde sert mesajlar!
Törende konuşan Yargıtay Birinci Başkanı Ali Alkan, 'mahkeme kadıya mülk değildir' sözünü anımsatarak; "Burada dile getireceğim hususlar, yargının görev ve sorumluluklarına yönelik sorun ve isteklere ilişkindir. Bu istekler şahıstan şahısa değil, makamdan makama iletilen hususlar olarak değerlendirilmelidir. Hukuk devletinde bir davranışın karşılığı kamu görevlilerin keyfi tutumlarına ve konjonktüre göre değil, önceden belirlenmiş, açık, anlaşılır ve herkese eşit uygulanan kurallar çerçevesinde görülür" dedi.

"YARGININ KENDİ İÇİNDE YAPACAĞI SEÇİMLERE İLİŞKİN MÜDAHALE GİRİŞİMLERİ, ENDİŞEYLE KARŞILANMAKTADIR"

Ali Alkan, konuşmasında kuvvetler ayrılığı ilkesininin önemini vurgulayarak şunları kaydetti; "Denetim, ileri demokrasinin teminatıdır. Yargının bağımsızlığını ortadan kaldırmak veya yürütmeye bağlı bir yargı oluşturmak, yargı denetiminden kaynaklanan meşruiyeti hafife almak olacaktır. Halbuki yürütmenin üslendiği yetkinin meşruiyet kaynaklarından biri de millet adına karar veren bağımsız yargı denetimidir. Yargının kullandığı yetki, egemenlik yetkisidir. 1943 yılından beri yapılan adli yıl açılış konuşmalarının ortak noktasını kuvvetler ayrılığı ve yargı bağımsızlığı oluşturmuştur Bu konuda, Anayasa ve yasalarda düzenlemeler yapılsa da, demokratik hukuk devleti diye tanımladığımız ülkelerdeki yargı bağımsızlığı standartını bir türlü yakalayamıyoruz. Yürütmenin bir kısım temsilcileri, yetkili soruşturma makamları tarafından verilmiş bir talimat olmadan, yargıya polis operasyonu yapılabileceğin kamuoyu önünde açıklayabilmektedir. Yargıyı isteğe göre dizayn etmek için, yargı kurumları üzerinde baskı oluşturulmak istenmesi, yargının kendi içinde yapacağı seçimlere ilişkin müdahale girişimleri, endişeyle karşılanmaktadır."

"YARGIYA MÜDAHALE GİRİŞİMLERİ, SORUNLARI ÇÖZMEKTEN ÇOK, ARTTIRACAK NİTELİKTEDİR"

Yargıtay Birinci Başkanı Alkan, Yargıtay ve HSYK Kanunu'na değinerek; "Yargı kararlarındaki hataların yine yargının kendi denetim sistemi içinde giderilmesi beklenmelidir. Bu hususlar yargı bağımsızlığına müdahale için gerekçe yapılmamalıdır. Yargıtay Kanunu ve HSYK Kanunu'nda yapılan değişiklikler ile, yargıya müdahale girişimleri, sorunları çözmekten çok, arttıracak niteliktedir. Yargı bağımsızlığına müdahale niteliği taşıyan konularda yargının susmasını ve sadece kararlarıyla konuşmasını beklemek, sadece demokrasiye, kuvvetler ayrılığına, hukukun üstünlüğüne gerçek anlamda bağlılığın yaşandığı ortamda haklılık kazanabilir. Evet, yargı sadece kararlarıyla konuşmalıdır. Zira o yasama ve yürütmeyi denetleyen bir erk olarak, mehabetini korumak zorundadır. Yargının sükunet ihtiyacına gerekli özen gösterilmiyorsa veya bu ihtiyaç umursanmıyorsa sessizliği korumak nasıl mümkün olacaktır? Bir yasa önerisinin, yüksek yargının yere indirileceği şeklinde sunulması, birkaç sene önce verilmiş bir yargıtay kararının güncel bağlamda yakışıksız bir biçimde anılması, yargının bağımsızlığına ve tarafsızlığına gölge düşürecek tartışmaların alenen yapılıp, soruşturmacıya hukuka uygun tek bir delil sunulmaması, yüksek yargı için öngörülen yapısal değişikliklerin, kurumsal görüşler alınmadan gerçekleştirilmesi, yüksek yargıdaki muhtemel seçim süreçleri ve yargıçların tercihleri önemsenmeden takvim öngeren yasalar yapılması, Yargıtay'dakş ünvan ve görevler için yıllar içinde yerleşmiş sürelerin hiçbir ihtiyaca dayanmadan değiştilmesi gibi hususlar yargıyı konuşmaya zorlayan uygulamalar değil midir?" diye sordu.

"HAKİM VE SAVCILARIN ETKİSİZLEŞTİRİLDİĞİ BİR TÜRKİYE İHTİMALİ YANINDA PEK ZAYIFTIR"

Alkan, 'Yargıçlar devleti' eleştirilerine yanıt vererek, şöyle konuştu; "Hiç endişe edilmesin, genel olarak ülkemizdeki yaklaşımın, özel olarak içinden geçtiğimiz ortamın bir yargıçlar devletine yol açma ihtimali, yargının, yargısal denetimin, hakim ve savcıların etkisizleştirildiği bir Türkiye ihtimali yanında pek zayıftır. Yargının bağımsızlığı en başta yargı kurumlarının organizasyonlarında ve işleyişinde kendini gösterir. Yargının teşkilat yapısı ile yargısal alan; beklentilerle, ani gelişen olaylar üzerine, makul, meşru ve haklı gerekçe içermeden, tek taraflı olarak düzenlenebilecek bir alan olmamalıdır. Özellikle Anayasayla yargıya tanınan demokratik seçim hakkının kullanılması sonucunda oluşacak temsile, yeni bir yasa değişikliği ile müdahale düşüncesi kabul edilemez.Yargıtay 146 yıllık bir kurum olarak, kurallarla, seçimlerle, kurullarla, müzakerelerle, yıllar içinde oluşturduğu güçlü kurumsal yapısı ve kültürü ile en önemlisi de iyi yetişmiş insan kaynakları ile sorunlarını kendi içinde çözebilecek imkân, tecrübe ve kabiliyete sahiptir. Sorunların çözümü adına, Anayasal düzen içerisinde bir dış katkıya ihtiyaç duyulduğunda, bu ihtiyaç kurumlar düzeyinde dile getirilecektir. Yargı bağımsızlığı, yargının her türlü eleştiriden ve sorgulamadan azade olduğu anlamına gelmediği gibi, yargıyı kamusal sorumluluktan muaf tutan bir dokunulmazlık zırhı olarak da görülmemelidir. Asıl işlevi denetim olan yargının, denetim dışı olmak gibi bir talep ve arayışı olamaz. Ancak bağımsızlık ile hesap verebilirlik dengesinin iyi kurulması gerekmektedir."

"YARGI MENSUPLARI POLEMİĞE ZORLANMAMALIDIR"

Alkan, halkın, yargının hiçbir etki altında kalmadan, özenle, bağımsız ve tarafsız bir şekilde hareket ettiğine olan inancının sarsılmaması gerektiğini dile getirerek; "Bu inancın sarsılması, halkın başvurabileceği son merci olan yargıdan hakkını alamayacağı düşüncesiyle hukuk dışı bir takım girişimlere başvurmasına, dolayısıyla kamu düzeninin bozulmasına sebep olacaktır. Bugün yargıya güvenin zedelendiğini, azaldığını söyleyenlerin, bunun nedenleri arasında yargı bağımsızlığının önemli ölçüde azalmış olduğunu görmeleri gerekmektedir.Tüm devlet düzeni ile birlikte yargıda da devamlılık ve tutarlılık esastır. Adalet nihai olarak kesinleşmiş yargı kararlarında, kesin hükümlerde somutlaşır. Adaletin gücü ve etkisi kesin hükmün otoritesiyle ilişkilidir. Hükümler, aleniyet içerisinde, milletin huzurunda verilir. Neticeye etki edebilecek bir söze ve bu sözü söyleyebilecek bir konuma sahip olup da, bunu hükümden sonraya bırakmak; hükme, hükmün konusuna ve ilgilendirdiği kimselere haksızlık olacaktır. Yargıtay’ın münferit bir kararı ele alınarak kararın değil, kararı veren kişilerin, dairelerin ve kurulların yıkıcı bir üslupla eleştirilmesini, eleştirilerin yıpratma kampanyası haline dönüştürülmesini, eleştirirken de herkesin kendi siyasi düşüncesini ölçü almasını doğru bulmuyoruz.
Yargıyı yıpratmak kimseye bir yarar sağlamaz. Adaletin güçlü olması, hâkimler için değil herkes için güvencedir. Bu husus hiç unutulmamalı, yargı mensupları polemiğe zorlanmamalıdır" dedi.

"HÂKİM BAĞIMSIZLIĞI, YARGILANANLAR İÇİN ADİL YARGILANMA HAKKININ GÜVENCESİDİR"

Konuşmasında hakim teminatının önemine vurgu yapan Alkan, konuşmasına şöyle devam etti; "Hâkimlerin görevlerini adalete uygun biçimde özgürce yapabilmeleri için, yargı bağımsızlığı yanında hâkimlik teminatının da tam olarak sağlanması gerekir. Mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı; hâkimleri her türlü baskı, tehdit, tavsiye ve yönlendirmeye karşı koruma sağlayan güvencelerdir. Hâkim bağımsızlığı ve teminatı özel önemi nedeniyle Anayasa’da kapsamlı bir şekilde düzenlendiği gibi, uluslararası sözleşmelerde de yer almıştır. Hâkim bağımsızlığı ve teminatı, yargılama işlevini yerine getiren hâkimler için bir ayrıcalık olmayıp, yargılananlar için adil yargılanma hakkının güvencesidir. Yargı bağımsızlığını teminat altına almak için hâkimlere tanınan anayasal güvencenin, yürütmeden bağımsız bir otorite tarafından hayata geçirilmesi gerekmektedir. Bu durum, hâkimlerin karar alma süreçlerindeki bağımsızlıklarını, görev süreleri ile coğrafi teminatlarının güvenceye alınmasını ve ekonomik anlamda kendilerini bağımsız hissetmelerini sağlamayı içerir."

" HÂKİM VE SAVCILAR, MENFAAT VE BASKI GRUPLARINDAN HERHANGİ BİR BEKLENTİYLE DE KARAR VEREMEZLER"

Alkan, hakimlerin bir menfaat grubunun beklentisine göre karar vermeyeceklerini söyleyerek; "Hâkimlerin siyasallaşması, siyasallaştırılmak istenmesi veya siyasete konu yapılması, görevlerine yansıtmadıkları bireysel görüşlerinden dolayı ayrımcılığa tabi tutulması hukuk devletinde kabul edilemez. Hâkim ve savcılar, menfaat ve baskı gruplarından herhangi bir beklentiyle de karar veremezler. Yargının tarafsızlığının sağlanması öncelikle yargı görevini yerine getirenlerin sorumluluğundadır. Bununla birlikte yasama ve yürütme erklerinin temsilcileri de hakimlerin tarafsızlığı konusunda şüphe uyandırabilecek her türlü beyanattan kaçınmalıdırlar. Tarafsızlığın zedelendiği bir ortamda verilen kararlara güvenilemeyeceği için adalet duygusu tatmin olmayacaktır" diye konuştu.

"ÖZEL AMAÇLA YASA ÇIKARMA ANLAYIŞI ADALETE OLAN GÜVENİ SARSMAKTA"

Alkan, şunları söyledi; "Yasalar soyut ve genel olarak hazırlanır" temel hukuk ilkesine karşın özel amaçla yasa çıkarma anlayışı, aynı yasalarda sık sık değişiklikler yapılması ve yasalar çıkarılırken Anayasaya uygunluğu konusunda gerekli özenin gösterilmemesi adalete olan güveni sarsmakta, yargı ve yönetimde de tıkanmalara neden olmaktadır. Bu, ülkemizin ve milletimizin barışı ve huzuru için tehlikeli bir durumdur. Yargı, yürürlükteki yasalara göre, belge ve delillere bakarak kararını verir. Buna rağmen kesinleşmiş mahkeme kararları dosya içerikleri bilinmeden siyasi mülahazalarla tenkit edilmektedir. Hukuk sistemimizde yaşanılan bu olumsuzluklar yıllardır üye olmaya çalıştığımız Avrupa Birliği ve diğer demokratik ülkelerce de izlenmekte, diplomatik bir şekilde yapılan uyarıların ülkemiz hakkında hazırlanan uluslararası raporlara yansımaları görülmektedir."

"YARGI KARARLARI UYGULANMAK İÇİN VARDIR VE UYGULANMASI ZORUNLUDUR"

Yargının, seçilmiş organları denetlemesinin vesayet olarak algılanması da doğru değildir. Vesayet, kendi görevini tam ve layıkıyla yerine getiremeyeceği düşünülen kişi veya kurumlara bir temsilci atanmasıdır. Hukuk devletinin olmazsa olmaz şartı yargısal denetim; yargısal
denetimin olmazsa olmazı ise, verilen yargı kararının gereklerinin yerine getirilmesidir. Başka bir deyişle, yargısal denetim sürecinde ve sonucunda verilen yargı kararları uygulanmadıkça, gerçek anlamda bir hukuk devletinden bahsetmek mümkün değildir. Yargı kararları, hak arama özgürlüğünün somut yansımasıdır. Hak arama özgürlüğü, yargı kararları ile korunan bir hakkın sahibine kazandırılması ile gerçekleşir. Yargı kararları, hukuka aykırılığın saptandığı birer belge olmaktan ibaret olmayıp uygulanmak için vardır ve uygulanması zorunludur.

"HİÇBİR MAKAMA, UNVANA VE GÖREVE TAMAH VE TENEZZÜL ETMEYİNİZ"

Hakimlere seslenen Alkan, konuşmasını şöyle sonlandırdı; "Başta ilk derece mahkemelerinde görev yapanlar olmak üzere tüm meslektaşlarıma sesleniyorum. Hâkim ve savcı olmak, bizim için en büyük onur ve şeref kaynağıdır. Hiçbir makama, unvana ve göreve tamah ve tenezzül etmeyiniz. Yargının hepimizin bildiği iç sorunlarını kendi içinizde, kendiniz çözünüz.

Görevinize ve temsilinize müdahale ettirmeyiniz. Bağımsızlık ve teminatınıza el uzatan hiçbir çözüme rıza göstermeyiniz, başınızı dik tutunuz. Sizler, ülkemizin farklı köşelerinde, üstün vasıflarınız, mütevazı yaşamınız ve vicdanlarınızdan süzdüğünüz kararlarınızla, yargının yüz akısınız. Mesleki dayanışmanızı ortaya koyma biçimlerinizi, çok sesliliğinizi ve mesleki örgütlenmelerinizi takdirle izliyor, sizleri sevgi ve saygıyla kucaklıyorum."

Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu
Adli Yıl açılış töreninde konuştu. İşte Feyzioğlu'nun açıklamaları.
 
Sayın Yargıtay Başkanı,

Ana muhalefet partisinin Sayın Genel Başkanı, 

Yurttaşlarımıza, “Ankara’da hâkimler var” dedirten yüksek yargı organlarının sayın başkan ve üyeleri,

Her yurttaşın güvenli limanı olması gereken adliyelerimizin sayın hâkim ve savcıları,

Tarih boyunca özgürlükler mücadelesinin lokomotifi olmuş gurur, duyduğum avukat meslektaşlarım,

Sayın basın mensupları,

Sayın misafirler,

Hanımefendiler, beyefendiler;

Hepinizi, Türkiye Barolar Birliği’nin yönetim, disiplin ve denetim kurulları, yetmiş dokuz baromuz ve seksen dört bin hak savaşçısı avukat adına saygıyla selamlıyorum.

30 Ağustos Zafer Bayramımızı kutluyor, bağımsızlığımızı, cumhuriyetimizi ve cumhuriyetin temsil ettiği çağdaş değerlerimizi borçlu olduğumuz Büyük Atatürk'ü, silah arkadaşlarını, Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran tüm devlet adamlarını ve şehitlerimizi rahmet ve minnetle anıyorum. 

Bugün 1 Eylül Dünya Barış Günü. Bölgemiz kan gölüne dönmüş durumda. Mezhep savaşları almış başını gitmişken, mezhebi, dini ya da ırkı gerekçe gösterilerek insanlar katledilir, ırzına geçilir, köle yapılır, açlığa, susuzluğa, kavurucu sıcağa dünyanın gözü önünde terk edilirken, barıştan söz etmek ne kadar zor. Yine de umudumuzu yitirmeyecek, barış için mücadeleye devam edeceğiz. 

Bu noktada, önce sınırlarımızın hemen ötesine bakıp, başta mezhepçiliği reddeden, özgürlükçü laiklik ve eşit yurttaşlık olmak üzere sahip olduğumuz Cumhuriyet değerlerinin kıymetini bileceğiz. Ardından çok özlediğimiz toplumsal barışa ulaşmak için konuşacağız, tartışacağız. Ortak geçmişimizin ve geleceği birlikte yaşama ülkümüzün altını çizecek, ayrışmak yerine birbirimizi nasıl tamamladığımızı ortaya koyacağız. Bütün bunları, yargının güven altına aldığı temel haklarımızı kullanarak yapacağız.

Bugün burada, bu çatı altında buluştuğumuz veya buluşamadığımız herkesle, aynı şanlı bayrağın altında, aynı vatan topraklarında birlikte yaşıyoruz. O yüzden, birbirimizi dinleyeceğiz, birbirimizden öğreneceğiz. Önerilerden ve eleştirilerden yararlanıp, ülkemiz adına el ele daha güzel işler yapacağız.

Değerli Dinleyenler;

Adalet, mülkün yani ülkenin temelidir. Demek ki yargının kurucu unsuru olan avukatlar, hâkimler ve savcılar bu ülkenin temel taşları arasındadır. Adalet ülkenin temeli olduğuna göre; yargı camiasını, avukatları, hâkimleri, savcıları düşman ilan etmek, yargıyı itibarsızlaştırmak, devleti temellerinden sarsmaktır.

Bu güzel ülkenin kahraman, fedakâr, asil, namuslu, vicdanlı avukatları, hâkimleri, savcıları;

Düşmanımız kin ve keyfiliktir bizim. Biz ise kin tutmayız, keyfilik yapmayız.

Biz biliriz ki ilim ve sanat, takdir edilmediği yerden göç eder. Oysa ilimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır. Sanat olmazsa, hepimiz tek renge, tek sese mahkûm oluruz. 

Aydınlık bir gelecek ancak bilimle, fenle ve sanatla mümkündür. 

Adalet ise bütün bunların, öyleyse geleceğimizin güvencesidir. 

Yargıya, dolayısıyla adalete, dolayısıyla ülkenin temellerine ve geleceğine yönelmiş açık ve yakın en büyük tehlike “keyfilik”tir.

“Devlet benim” keyfiliğidir.

“Ben ne dersem o olur” keyfiliğidir.

“Sadece benim istediğimi düşünebilirsin, söyleyebilirsin, yazabilirsin” keyfiliğidir.

“Benim istediğim gibi karar vermez, benim işime geldiği gibi düşünmez, benim dediğimi yapmazsan seni hain ilan ederim, hedef gösteririm” keyfiliğidir.

“Benim adamımsan idarenin her düzeyinde işin istediğin gibi yürür, benden değilsen insanca yaşama hakkın dahi yoktur” keyfiliğidir.

“Anayasa’yı tanımam, kanunu hiç tanımam” keyfiliğidir.

“Yasama da, yürütme de, yargı da benim olsun, benim değilse hain olsun” keyfiliğidir.

Çağdaş dünyada sınavsız avukatlık neredeyse kalmamışken, hukuk devleti açısından zorunlu olan avukatlık sınavını, Anayasa Mahkemesi’nin kararına rağmen yeniden düzenlememe keyfiliğidir.

Avukatların, yargının kurucu unsuru olduğunu bir türlü içe sindirememe keyfiliğidir.

Avukatı dışlamak yoluyla avukatın savunduğu yurttaşı sistem dışına çıkarma keyfiliğidir. 

“İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” demek yerine, vatandaşı devlete hizmetkâr yapma keyfiliğidir. 

Her yapılan eleştiri ve öneriye “geçmişte de böyle değil miydi” diye cevap verip, vatandaşa daha iyiyi, daha güzeli çok görme keyfiliğidir.

Bu keyfiliklere karşı Türkiye Cumhuriyeti’nin kurumları dik duracaktır.

Yüksek yargısından ilk derece yargısına kadar, buralarda görev yapan binlerce vicdanlı ve namuslu avukat, hâkim ve savcı dik duracaktır.

Binlerce cesur avukat, hâkim ve savcı, hukuk dışı her müdahaleye “hayır” diyecektir. 

Hayatlarını hukukun üstünlüğüne adamış binlerce avukat, hâkim ve savcı, bu güzel ülkenin her köşesinde, insanlarımıza “eşit yurttaş” olmanın mutluluğunu yaşatacaktır.

Binlerce meslektaşımız; Soma'daki ve yurdun dört bir yanındaki iş cinayetleriyle, Gezi’de öldürülenler, gözlerini yitirenlerle, baskıya uğrayan gazetecilerle, istismar edilen, katledilen çocuk ve kadınlarla, TEOG Sınavı'nın mağdur ettiği gençlerimizle, yok edilen çevreyle ilgili davalarda ve yurttaşlarımızın açtığı ya da yargılandığı yüzbinlerce davada dik duracaklar, adalet dağıtacaklar. 

Bizler, el ele vereceğiz; hep birlikte, insanlara güven veren, adalet dağıttığına inanılan bir sistemi inşa edeceğiz. 

Hâkim bağımsızlığını ve tarafsızlığını, savcı teminatını, avukatların mesleklerini Adalet Bakanlığı baskısı olmaksızın icra edebilmelerini sağlayacağız. 

Yargının kurucu unsurlarının birlikte çalışmalarını sağlayarak, adil yargılama yapmalarını, böylece gerçeği gerçek olmayandan, suçluyu suçsuzdan, haklıyı haksızdan ayırt etmelerini mümkün kılacağız. 

Yargının kendi içindeki keyfiliklerin hesabını, yargı bağımsızlığı ilkeleri çerçevesinde verebilir hale gelmesini temin edecek bir düzeni kuracağız. 

Kişilere göre şekillenmeyen, çağdaş dünyanın ihtiyaçlarına çözüm üreten bir yargı sisteminin zorunlu olduğunu tüm topluma ve siyasi partilere anlatacağız.

İşte bunu başardığımız gün, yargı mensuplarının ve kamu görevlilerinin cesaretine bel bağlayan bir toplum olmaktan çıkıp, her bireyin sisteme güvendiği, sistem içindeki kişilerin ne yapacağını bildiği ve böylece hukuki güvenliğe sahip olduğu çağdaş, demokratik bir toplum olacağız.

İşte o gün, Cumhuriyet’in kuruluş idealini el birliğiyle gerçekleştirmenin mutluluğunu yaşayacağız.

Sayın Başkan, sayın meslektaşlarım, hanımefendiler, beyefendiler;

Bugün, savunma hala baskı altındadır. Avukatlar, mesleki faaliyetleri nedeniyle soruşturulmakta ve kovuşturulmaktadır.

Avukatın görevi, insanların haklarını, onların kullanımına sunmaktır. Şu halde avukat, toplum içinde yaşayan insanı birey yapan meslek mensubudur. Avukatın hak ve yetkilerine veya avukatın doğrudan doğruya yaşamına ya da vücut bütünlüğüne yönelen her saldırı, aslında bu ülkede yaşayan herkesin temel haklarına yönelmiştir. 

Rejimi ne olursa olsun bütün devletlerde uyuşmazlıkları çözmek üzere kurulmuş mahkemeler vardır. Ancak sadece demokratik hukuk devletlerinde etkin ve yargının kurucu unsuru niteliğini taşıyan bağımsız savunmadan söz edilebilir. Etkin ve bağımsız savunmanın olmadığı rejimlerde, hâkimler ve savcılar idarenin memurlarından ibarettirler. 

Değerli dinleyenler;

Avukatların meslek alanı sürekli olarak daraltılmakta, münhasıran avukatlar tarafından yerine getirilebilecek faaliyetlerin sayısı giderek azaltılmaktadır. Etkili sosyal güvencemiz hala yoktur. Kontrolsüz açılan hukuk fakültelerinden yeterli eğitimi almamış hukuk fakültesi mezunları sınavsız bir şekilde avukatlık stajına başlayıp kolaylıkla avukat olmakta, sonuçta hem hizmetin kalitesi düşmekte hem de avukatlar büyük ekonomik zorluklara sürüklenmektedir. Hukuk fakültelerinin açılması ve müfredatlarının belirlenmesi konusunda buradan Yüksek Öğretim Kurulu’na işbirliği çağrımızı tekrarlıyoruz.

Türkiye Barolar Birliği olarak geçtiğimiz dönemde, bütün baroların ve ilgilenen avukatların katkısını sağlayarak çağdaş bir kanun taslağı ortaya koyduk. Bu taslak, yapılacak değişikliklerde esas alınmalıdır. TBMM’de katılımcı süreç işletilmeden, “ben yaptım oldu” zihniyeti ile karşımıza getirilecek kanun tasarısı veya gece yarısı teklifleriyle Avukatlık Kanunu’nun değiştirilmesinin, hukuk devletine ve huzurlu bir toplumsal yaşama ağır darbe vuracağını ifade etmek istiyorum. 

Avukatlık Kanunu’nun 46/2. maddesinin açık hükmüne rağmen, avukatın Yargıtay’da dosya görmesini vekâletname ibrazına bağlayan Yargıtay Başkanlar Kurulu’nun hukuka aykırı idari işleminin geri alınmasını geçen yıl bu kürsüden talep etmiştik. Herhangi bir gelişme olmamasını üzüntüyle karşılıyorum.

Değerli meslektaşlarım;

Keyfilikten kaynaklanan sistemsizlik sorunu, bizim en önemli meslek sorunumuzdur. İster avukat, ister hâkim, ister savcı olalım bütün meslek sorunlarımızın özünde, hukukun üstünlüğünü tanımayanların, üstünlerin hukuku peşinde koşanların sebep olduğu bu keyfilik vardır.

Mesleğimizin itibarı, devletin tüm erklerinin ve kurumlarının hukuka saygılı olmanın gereğine inanmış olmasına bağlıdır.

Alın terimizin değeri, hukuk devleti olmamıza bağlıdır.

Yatırımcının daha çok yatırım yapması, daha çok iş ve istihdam yaratılması, işsizliğin ortadan kaldırılması, işçi, memur, köylü, kentli, öğrenci, kadın, erkek, genç, yaşlı, emekli herkesin geleceğe güvenle bakması, kendini güvende hissetmesi, hukukun üstünlüğünün sağlanmasına bağlıdır.

Ortadoğu kan gölüne dönmüş, mezhep savaşları sınırlarımıza dayanmış, her gün insanlık katledilirken, Türkiye’nin başka devletleri, onların kamuoylarını ve uluslararası örgütleri harekete geçirerek bu vahşeti durdurması, kendi içimizde insan haklarını gerçekleştirmemize bağlıdır.

Değerli meslektaşlarım; 

Devletleri, keyfilik yapan idareciler yok eder. 

Milletleri, keyfilik yapan idareciler felakete sürükler. 

Devlet idarecilerini tarihe altın harflerle geçiren; dönemlerinde yapılan yollar, köprüler, binalar değil, keyfilik yapıp yapmadıkları, adaleti hakim kılıp kılmadıklarıdır. Çünkü adaletsizlik nedeniyle insanların çektikleri acılar, yapılan inşaatları gölgede bırakır.

Keyfiliğin panzehiri, hukukun üstünlüğünü savunmaktır. Haksızlıklara karşı, haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yapılırsa yapılsın birlikte tavır almaktır. 

Gün, bugündür. 

Gün, hukukun üstünlüğü için avukat, hakim ve savcıların kenetlenmesi günüdür. 

Gün, Cumhuriyet devriminin ışıklı yolunda demokrasi ve özgürlükler için omuz omuza mücadele etme günüdür. 

Bu mücadele elbette kazanılacaktır. 

Çünkü özgürlük daima kazanmıştır.

Yeni adli yılın tüm yargı mensuplarına, çalışanlarına ve adalet bekleyen tüm yurttaşlarımıza hayırlı olmasını diliyorum.