Celal Doğan: "Kürt siyasetinin bir kanadı Kandil'dir"

Celal Doğan: "Kürt siyasetinin bir kanadı Kandil'dir"

Türkiye yeniden çatışmalı ortama döndü. PKK saldırıları, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin operasyonları tıpkı daha önce olduğu gibi gözleri bir kez daha Kürt siyasi hareketine, HDP’ye çevirdi.

Bu defa özellikle de Türkiyelileşme iddiasıyla Meclis’e giren partide farklı kesimleri temsil eden isimlere. Onlardan biri Celal Doğan. Geldiği siyasi gelenek, uzun ve farklı siyasi geçmişi, tecrübesi nedeniyle partideki konumu farklı. Al Jazeera’den Gonca Şenay'a konuşan Celal Doğan HDP’den PKK’ya ilişkin farklı bir duruş beklemek “reel politiğe uygun değil” çünkü Kürt siyasetinin gerçeklerinden biri de Kandil" diyor.

Doğan’ın “Şiddete nasıl bakıyorsunuz?” sorusuna yanıtı, “Ben şiddete karşıyım. Elime silah almadım. Özünde hiçbir hak şiddetle elde edilecek kadar kutsal değildir.” Bunları söyledikten sonra şu cümleyi de ekledi,“İnsanların şiddete başvuracak noktaya getirilmemesi gerekir”. Doğan, HDP PKK’ya karşı tavır almalı çağrılarını gerçekçi bulmadığını ise şu sözlerle dile getirdi, “Bunlar reel politiğe uygun değil. Kürt siyasetinin bir kanadı Kandil’dir”.

Eski CHP , yeni HDP'li Doğan sorulara şu yanıtları verdi:

Seçim sonrasında başlayan şiddet olaylarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye’de demokrasinin birinci sorunu bir askeri anayasanın güdümünde yürünüyor. Kurumlar da 12 Eylül rejiminden kalmış kurumlar. Seçim kanunu, YÖK, adalet mekanizmasında çeşitli değişiklikler olmuş olsa bile bağımsız bir yargının olmadığı bir Türkiye, parlamenter demokratik bir rejim olmasına karşın bunun son 13 yılda zerresinin işlemediği bir rejim. Bu nedenle Türkiye demokrasisi hem klasik demokrasi açısından sorunları olan bir rejim, ikincisi de Cumhuriyet’in kuruluş felsefesinde yola çıkan yol arkadaşlarının, yani milli kurtuluş savaşını yapan unsurların birlikte ve eşit olarak temsil edilmesi ayağı eksik kalmıştır. Bütün halkların ve inanç sahiplerinin bir vatan inşa etme konusunda, modern Cumhuriyet anlayışıyla yola çıkan düşünce sahipleri belki Afganistan’dan, Suudi Arabistan’dan, Pakistan’dan ya da Irak’tan çok farklı da olsa demokrasinin belli reflekslerini yaşayan bu ülkede maalesef halkların kendisini temsil ve idarede bir ayağı eksik kalmıştır. Bu konuda zaman zaman bu hak sahiplerinin talepleri gündeme gelmiştir. 100 yıllık bir süre içinde zaman zaman Kürt halkının taleplerini dile getiren ayaklanmalar olmuş ama bunların yüzde 99’u bastırılmış ve hep sorun ötelenmiştir. Hatta 12 Eylül döneminde halkların evlerinde bile kendi ana dilleriyle konuşmaları yasaklanmıştır. 12 Mart, 12 Eylül gibi dönemlerde hak talep edenlerin büyük kısmı ya öldürülmüş ya hapishanelerde çürütülmüştür. Ben bu ülkede “Kürt vardır” diyen bir bakanın hapis yattığını görmüş birisiyim.

Bir süre önce Tayyip Erdoğan’ın başında bulunduğu hükümet demokratikleşme, kardeşlik isimleri altında projelerle yola çıkmıştır. Bu projenin ortaya çıkışında tarafları birbirine yaklaştıran bir diyalogla doğru tespit yapılmıştır. Ancak yaklaşım tarzı zaman siyasete malzeme haline getirilmiş zaman zaman oy hesabına dayanmıştır ve güvenlik sorunu olarak kabul edilmiştir. Oysa 2002’de terör kısmen zayıflamıştı. Ama bu bir güvenlik sorunu olsaydı terör marjinal hale gelirdi. Güvenlik sorunu olarak bakıldığı dönemde sayısız insan öldü, işkenceler yapıldı ama tüm bu şiddete rağmen yeniden ortaya çıkması gecikmedi.

'YURTDIŞINA FARE SÜRMÜYORSUNUZ'

Habur’da sanki Kürtler Türkiye’yi işgal etmiş gibi bir hava yarattılar. Oysa bazı önlemler alınabilirdi. Örneğin o gerillalar gerilla kıyafetiyle gezmeyebilirdi. Onlar birkaç gün bekletilerek sivil bir kıyafetle aile ile buluşmaları sağlanabilirdi. Özü şekle feda etmemek gerekirdi. Öz neydi, gerillaların Abdullah Öcalan’ın emriyle getirilmesi, adalete teslim edilmesi ve sonra serbest bırakılmasıydı. Gösterişe dönüşen bir olay çözüm sürecine karşı olan güçler tarafından çok fazla abartılarak hükümetin attığı adımdan korkması sağlandı. Sonra bunlar ceza aldı. Siyasette güven çok önemlidir. Alınan tüm kararların uygulanmasında parlamentonun dayandığı bir yasa yok. Şimdi Sayın Cumhurbaşkanı diyor ki, çıksınlar yurtdışına. Efendim siz yurtdışına fare sürmüyorsunuz ki, fare kovalamıyorsun. Silahlı bir örgütten bahsediyorsun. Böyle olmaz, bunun bir yasal dayanağa bağlanması lazım. Öcalan’ın adada yırtınmasının sebebi bu, yasaya bağlayın, bunu parlamentoya götürün.Bunun getireceğinin ve götüreceğinin hesabı yapılıyor. Ya parlamentodan geçiremeyeceğini düşünmüştür ya da ben yaptım oldu saikiyle hareket etmektedir. Bu nedenle işin yasa boyutu eksik. Evet bu çok etkili. Ya da örneğin Dolmabahçe mutabakatı. İçinde tek bir Kürt kelimesi geçmiyor. Bu kurumsal bir demokratik çerçevedir. Bunu o zaman parlamentoya getirseydiniz, tartışılsaydı dün var dediğinize bugün yok diyebilir miydiniz? Hep “Benim inisiyatifimdedir, ben dediğim için doğrudur” diyerek çözülmeye çalışılmıştır. Bu devleti doğru dürüst yönetme biçimi değildir. Ben bundan 40 gün önce söyledim, “Türkiye’de Kasım ayında erken seçim olacak ve şiddet ortamı artacak” diye.

' AKP KAYBIN FATURASINI BANA KESİYOR'

Gaziantep’te Yalçın Nane diye bir çocuk IŞİD tarafından öldürülüyor. Bir çatışmada filan da değil. Büyükşehir Belediye Başkanı kendisine sahip çıkıyor. Öldüren IŞİD, 2 bin tırı gönderen Ak Parti, şehidin hanımının başı Fatma hanımın kucağında faturası bana kesiliyor. Türkiye’de algı o kadar istismar ediliyor ki, ne IŞİD’in taraftarıyım, ne destekçisiyim. Ben Kobani’ye gittim. Urfa Valisi 150 bin Kobani’liye çorba göndermişti, bir tek kaşık içmediler. Ben bunu Cumhurbaşkanı’na da anlattım. “Niye içmiyorsunuz?” dedim, “Ne güzel ya başkanım dediler. IŞİD’e kurşun bize çorba. Zıkkım olsa içmeyiz” dediler.

Cumhurbaşkanı ne yanıt verdi size?

Getirdik, barındırdık, bakıyoruz dedi. “Algı bu, çorbayı verebilirsin, bakıyorsun bu da doğru ama sen düştü düşecek deyince bayram havası gibi algılandı. Sen seviniyorsun zannettiler” dedim. Ben öyle söylemedim, bana Obama söyledi dedi. Zaten sonradan bunu da anlattı. Şimdi mi aklına geldi, düştü düşecek derken Kürtleri kaybetti. Şimdi de IŞİD’in öldürdüğü kişinin, cenazenin faturasını bize çıkarıyorlar. Celal Doğan’ın adını silelim diyorlar.

Siz HDP’li olduğunuz için mi bu tepki?

Tabii. Benden önce HDP Antep’te 42 bin oy almıştı şimdi oyu 146 bin. Gaziantep’te Ak Parti 16 puan kaybetti.

Son dönemde HDP’ye yönelen eleştirilerde adı geçenlerden biri de sizsiniz özellikle de bu yapıya sonradan dahil olduğunuz için.

“HDP şiddeti kınasın” çağrılarına bakışınız nedir?

Kınıyor işte, daha ne yapsın? Olay şu, ben HDP felsefesine yabancı bir adam değilim. 68 kuşağındanım. Benim bütün arkadaşlarım, Deniz Gezmiş’ler asılırken son nefeslerinde “Yaşasın halkların kardeşliği” diye ölmüşlerdir. O nedenle bana yabancı değil HDP felsefesi. Ben 1980’de bu düşüncelerden dolayı tevkif oldum. Türkiye demokrasisinin en büyük eksikliği halkların ve inançların bu Cumhuriyet’te kendisini temsil güvencesine sahip olmamasının, bu ülkenin birinci işi olan eşit yurttaşlığın gerçekleşmemiş olmasının bunda etkisi var. Ben Belediye Başkanlığı yaptım, milletvekilliği yaptım daha önce. Bu fiziki eserler belki bazıları için çok önemlidir ama benim için en önemlisi Türkiye’de halkların kardeşçe ve birlikte yaşamasında bir payım olmasıdır. Türk ve Kürt halkının birlikte yaşama arzusunun gerçekleşmesinden daha büyük bir siyasi mücadele olamaz. Ben de burada bir milim katkıda bulunsam en büyük mirasım bu olur.Ben uzlaşmacı bir insanım, 15 sene belediye başkanlığı yaptım. Hiç iktidarın belediye başkanı olmadım ama hiçbir başbakan ile sorunum olmadı. Ben Gaziantep’te bir şey yapabildiysem hep uzlaşarak yaptım. Buna Devlet Bahçeli de dahil. Siyaset uzlaşma işidir. Ben 68 kuşağından olmama rağmen asla elimi silaha vurmadım. Şimdi de aynı şeyi söylüyorum. Özünde hiçbir hak şiddetle elde edilecek kadar kutsal değildir. Ancak sonuçları doğuran sebepleri ortadan kaldırılmadan… İnsanları şiddete başvuracak noktaya getirilmemesi gerekir. İnsanların Ceza Kanunu’ndaki meşru müdafaa konumuna getirmemek lazım. Keşke Türkiye’de 1978’de PKK kurulmadan önce Kürt hareketinde talepte bulunanları imha eden bir yaklaşım olmasaydı. O nedenle açıkça söylüyorum, şiddete karşı birisiyim.

Şu anda yaşananları da meşru müdafaa olarak mı değerlendiriyorsunuz?

Her halükârda şunu söylüyorum, hiçbir değer adam öldürecek kadar kutsal değildir. Ama ortada bir şey yokken insanları şiddete sevk etmenin tüm mayınları tekrar döşenmemeliydi. Bakın ben bunları 12 Mart’ta 12 Eylül’de yaşadım. Türkiye’de bu rejimleri hazırlayan tek merkezdir. Sabah solcu, öğleden sonra sağcıyı öldüren silahtan çıkan mermi aynı eller tarafından idare edilmiştir. Şimdi de Türkiye’de şiddet ortamının hazırlanmasında bir takım merkezler görev yapmaktadırlar.

PKK bunun neresinde?

PKK bu mecraya çekilmek isteniyor. Dert, dava bu. Ne kadar olur bu? O PKK’nın stratejik kararı, beni ilgilendirmez. Ben yine söylüyorum, mümkün olduğu kadar şiddet hasmın işine yarıyorsa, insan yüreğine taş basarak bu şiddeti yapmamalı. Bizi aldattılar lafı bence gerçekçi değildir. İzleme komitesi adaya gönderilebilseydi büyük ihtimalle KCK’ya silah bırakma çağrısı yapacaktı. Şu anda çıkıyor Yalçın Akdoğan diye bir beyefendi, Abdullah Öcalan’ı göklere çıkarıyor. Tespitleri doğru olabilir ama bir yandan da Öcalan’ın buradaki arkadaşlarıyla görüşmemesi için 45 günden beri engel çıkarıyorsunuz. Bu işi durdurma konusunda yüzde yüz etkili olacaksa neden bu fonksiyonu devreye sokmuyorsunuz?

Yüzde 13 oranında oy alınması sizce HDP’ye bu dönemde farklı bir misyon yüklüyor mu? PKK’ya ilişkin duruşunda örneğin bir farklılık gerektirir mi?

Bunların hiç birisi reel politikaya uygun değil. Gerçekle uyuşmuyor. Kürt hareketinin gerçekleri var. Birisi Kandil, birisi Avrupa diasporası, şimdi bir de Suriye’de PYD eklendi. Bizim devleti yönetenler dün Kuzey Irak’ı bile gerçek kabul etmiyorlardı. Zamanında dedik ki “Bunlarla bir ilişki kurun. Yarın başkası gelir, geri kalırsınız.” Zamanında bu devlet Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nde orada kurulacak bir devleti savaş sebebi saydılar. Sonra sordum onlara neden savaşmıyorsunuz diye, “Biz ABD’nin geleceğini bilmiyorduk” dediler. Öngörüsü olmayan devlet adamlarının getirdiği noktadır bu. Kobani meselesi olduğunda ben doğrudan Muharrem Yılmaz’ın yanına gittim, “Burada oluşan durum Kuzey Irak’tan farklı değil. Bu adamlar vatandaş değil, nüfus kağıdı yok, mülkiyet sahibi olamıyorlar. İlk defa burada bunların eline toprak sahibi olma imkanı geçti ellerine. Bunlarla ilişki kurun” dedim. Sayın Cumhurbaşkanı’na da söyledim. PYD’yi yanlış değerlendiriyorsunuz dedim, PKK ile ilişkisi olabilir. Ama O’nu “Kendi toprağını savunan bir mücahitler ordusu, bir kurtuluş örgütü gibi görün” dedim. Teşhis yanlış olduğu için tedavi de yanlış. Şimdi ne oldu ABD, “PYD bizim müttefikimiz, ona dokunmayın” dedi. Hadi dokunun bakalım dokunabiliyorsanız. PKK sorunuza gelince… Şimdi belli ki bundan sonra Kürtlerin Ortadoğu’da belli bir fonksiyonu olacak. Öyle araç yakmak gibi, yol kesmek gibi toplumu tedirgin eden eylemlerin yapılması doğru değil. Bunlar devrimci tavırlar değildir. İki meşru müdafaa hariç behemehal Türkiye’de şiddetin durdurulmasının yolları aranmalıdır. Eğer bu görev KCK’ya düşüyorsa… KCK’nın da bizim yani HDP’nin demokrasi standardını yükseltme konusunda engel olacağını sanmıyorum. Bizim demokratik standartları yükseltmemiz, KCK’yı rahatsız etmez bence tam tersine mutlu olurlar.