DÜRÜSTÜM, DÜRÜSTSÜN, DÜRÜST…

Gerçekten öyle miyiz? Öyleyim diyenler bir ayna bulun gözlerinizin tam içine bakın ve ben gerçekten dürüst biriyim deyin. Korkmayın canım söyleyin hadi. Ne oldu zor değil mi? Evet zor ben diyemiyorum mesela. Öyle ise ne menem bir şey bu dürüstlük hadi hep birlikte bakalım.
 
Botlarım terden ıslanmıştı. Bir numara büyük postalların içinde ayağım çakır keyif akşamcı gibi bir sağa bir sola yalpalıyordu. Kaç saattir yürüdüğümüzü unutmuştum. Aldığım nefes yetmez olmuştu. Üç bilemediniz dört metre kadar arkamda yürüyen habercim Metin komutanım Mehmet Çavuşum geliyormuş diye arkamdan seslendi. Çok geçmeden zifiri karanlığın içinde belirdi Takım Çavuşu Mehmet Bakkal. Gelişi hayra alamet değildi. Önemli bir sıkıntı olmasa gelmeyeceğini bilecek kadar görevdeydim.
-       Noldu Bakkal hayırdır dedim. ( Herkes O’na böyle hitap ediyordu.)
-       Pek hayır değil komutanım dedi.
-       Uzatma Bakkal nedir dedim.
-       Komutanım Adana’lı Mesut naptıysak yürütemiyoruz. Çok rahatsızım nefes alamıyorum diyor. Ama vallahi yalan Komutanım bir şeyi       yok, numara yapıyor dedi.
-       Mecbur, Bakkal’la birlikte Mesut’un olduğu yere hareketlendik. Metin bende geleyim mi komutanım dedi.
-       Gerek yok dedim.
Detektör güvencesinden çıkmasını istemedim. Az önce geldiğim yolu şimdi geri dönüyordum. Mayın olabilme ihtimaline karşı detektörcünün döktüğü kireç tozları geçen onca askerden sonra silikleşmeye başlamıştı. Bir an ne kadar şanslı olduğumu düşündüm. Çünkü ben detektörcünün hemen arkasında yürüyordum. Yokuş aşağı bir süre yürüdük. İlerde birkaç kişinin olduğu kalabalık gördüm. Yanlarına vardığımızda Mesut yerde oturuyor sırt çantasına yaslanmış sahte göz yaşları içinde kendisine söylenen üst tertiplerini sesini çıkarmadan dinliyor ara sıra nefes alırken hırıltılar çıkarıyordu. Çocuklar beni görünce Mesut’un etrafından biraz açıldılar. 
-       Noldu Mesut neyin var dedim. Yanıt vermesine fırsat vermeden Ali, bir şeyi yok komutanım bir saattir çantasını silahını biz taşıyoruz.     Yinede yürümek istemiyor domuz gibi maşallah dedi.
-       Ben Mesut’a sordum dedim.
-       Mesut hırıltılı nefes alış verişini iyice arttırmaya çalışıp çok fenayım komutanım nefes alamıyorum dedi.
-       Bir ağrın sızın var mı dedim.
-       Yok dedi.
-       O zaman neden nefes alamıyorsun her kesin senden farkı ne dedim.
-       Cevap vermeden rahmetli Cem Karaca’nın şarkısında ki gibi ıslak ıslak baktı. Boğazım düğümlendi gözlerim doldu tıpkı şimdi bu           satırları yazarken olduğu gibi. Anasından, köyünden, kasabasından ilk defa ayrılan geride sevdiği değer verdiği her şeyi bırakıp             yurdun bu neredeyse Yaradan’ın bile unuttuğu köşesinde, çaresiz benden şefkat bekleyen bu yavrucağı elbette yanıtsız bırakacak         değildim.
-       Doktora haber verin gelsin dedim. Bu arada bölük harekete geçtiği için Bakkal’a dönüp Takım’ın Bixicisi Ali ile yanımızda kalmalarını    ve emniyetimizi almalarını söyledim.
Az sonra Taburun Doktoru Kemal geldi. Kısa bir muayeneden sonra Mesut’un bir şeyi olmadığı anlaşılmıştı.
-       Yanına çömeldim. Ona, bu gece seni buradan çıkarmam mümkün değil Doktor yürümeni engelleyecek ciddi bir rahatsızlığının              olmadığını söyledi, ama sana söz Şemdinli’ye dönünce seni Sahra Hastanesine göndereceğim bir rahatsızlığın varsa bir daha                operasyona çıkarmam dedim. Yarım saat daha çantanı silahını biz taşıyacağız sonra aslan gibi bu operasyonu tamamlayacaksın diye      ekledim.
Pek öyle olmadı, Mesut zor zahmet ite kaka operasyonu tamamladı. Şemdinli’ye dönünce O’na söz verdiğim gibi tepeden tırnağa muayene ettirdik Doktor Kemal’le birlikte Kızılay’ın Sahra Hastanesindeki doktorlara. Sırf verdiğim sözü tutmak için yoksa bir şeyi olmadığını elindeki sınırlı imkânlara rağmen Kemal zaten anlamıştı. Tabur revirinde Mesut’u sıkıştırınca babasının kalp hastası olduğunu yakın zamanda ameliyat olacağını çok merak ettiğini ailesinin yanına gitmek istediğini söyledi. Ancak birliğe yeni katıldığı için izin hakkı henüz yoktu.
-       Keşke bunu baştan söyleseydin, sen fazladan bir G3 taşımanın zahmetini biliyor musun dedim. Arkadaşların senin rahatsız olduğunu    düşündükleri için saatlerce senin malzemelerini taşıdılar. Yarın başka bir arkadaşın gerçekten rahatsızlansa artık O’na da                      inanmayacaklar.  Bu yaptığın çok yanlış oldu dedim. Ağlamaya başladı, yine Kemal ile birbirimize baktık. Acaba diyor insan gene mi      yalan.
Uzun uğraşlardan sonra gerçekten babasının ameliyat olacağı bilgisini kesinleştirdik. Hastaneden alınmış raporla Mesut’u Adana’ya ailesinin yanına göndermeyi başardık.
Döndüğünde Mesut çakı gibi asker olmadı ama en azından sorunda çıkarmadı.
            Bazen üzerinde durmadığınız size çokta önemli değilmiş gibi gelen bir davranışın bedelini sizden daha fazla belki de hiç tanımadığınız insanlar ödeyebilir.   Biliyorum dürüstlük çok derin bir konu sadece yalan söylememek dürüstlük için yeterli değil. Sizi denetleyecek kimse yokken kazandığınızda hak sahibi olanların hakkını korumakta dürüstlük. Karşılaştığınız her olayda aynı adaletli tavrı göstermek de. Düşmanınıza ve rakiplerinize karşı da, sevdiklerinize karşı da aynı tarafsız ve hakkaniyetli duruşu gösterebilmek de. Etrafta mobese kameraları, trafik polisleri yokken gecenin bir vakti kırmızı ışıkta durmak da dürüstlüktür aslında. Demem o ki elbette en önemlisi kişinin kendisine dürüst olması, dürüst davranabilmesidir. O zaman işin zor kısmını hallettiniz demektir. Şimdi aynanın karşısına geçme vakti. Sağlıcakla kalın, tepkisiz kalmayın. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Zafer ERBASLAR Arşivi