Tek kişiliktir aşk

             Üretme kabızı mı oldum ne, bir şeyler üretmek için aşık mı olmalı yada illaki aşk harabeleri mi olmalı hayatında insanın. Âşıkta oldum aslında harabelerde var geçmişimde, ama aslında hayata aşığım ben, sevginin kendisine, kendisi olabilen herkese. Plastik bir çiçeğe belki, belki gökyüzünde uçan sineğe. Alerjimi azdıran polenlere aşığım, aşığım kavak yellerine. Sokak aralarında top koşturan bebelere, bebelere can veren spermlere, onlara kucak açan rahimlere, rahimlerin varolduğu bedenlere, bedenlere değer katan ruhlara aşığım ben. Âşık olabilen herkese. Evet aşk tek kişiliktir. Gönül gözü gören herkes âşıktır. Zaman mekân tanımaz. Laftan sözden anlamaz. Gözünüzle değil de gönlünüzle görüyorsanız dünyayı, işte bu aşk demektir. Karşılık yoktur aşkta, zaten gerçek âşık karşılık beklemez sevdalarına. Âşık karşılıksız verebilendir. Tanrının yeryüzüne yansımasıdır. Almadan vermek Tanrı’ya mahsustur ama insanın ruhunda da O’nun nefesi vardır. Buna ulaşan bunu anlayan âşıktır. Kimi zaman sevdasından deli divane olup yollara düşen kimi zaman dağları delendir âşık. Kimi zamanda karanlık dünyasından çıkmayı reddedip gönül gözünün penceresinden seslenen Âşık Veysel’dir aşk. Âşıksa “ Güzelliğin on para etmez bu bende ki aşk olmasa, eğlenecek yer bulaman gönlümde ki köşk olmasa, kim okurdu kim yazardı, koyun kurt ile gezerdi, fikir başka başkolmasa.” diyendir.
            Aslına bakarsanız aşk kelimesi çok yıpratıldı. Seviyesiz, ahlaksız, anlamsız ilişkilerini gizlemek isteyenler ya da ulu orta yaşayıp ilişkilerini medyaya meze yapmak isteyenler rezilliğin adını aşk koyuverdi. 24 saatlik bile olmayan bu ahlaksız ilişkileri sanki aşkmış gibi göstermeyi marifet kabul etti. Oysa aşk onların erişemeyeceği kadar masum ve temizdir. Aşk sevilmeden sevebilmek, almadan verebilmektir, nefesini hissedecek kadar yaklaşamasan bile yüreğinde duymaktır sıcaklığını, canını acıtsa bile kötülüğünü isteyememektir, teni değil canı sevmektir aşk. Bu yüzden “Ölürse ten ölür, canlar ölesi değil” demiş Üstat Haldun Taner. İşte tamda bunun için illaki iki kişi gerektirmez aşk. Sevebilenin kalkanı, kâinata açılan penceresidir. Şahıslara ya da bedenlere bağlamamak gerek aşkı. Gerçek âşık zamansız, mekânız ve koşulsuz sevebilendir.
 
            Demem o ki aşk bir erkeğin bir kadını sevmesi değildir yalnızca. Bir insanın kâinatı sevmesidir. Karşılık beklemeden, gocunmadan, erinmeden. Sevmek için sevebilmek. Sevebiliyor olmaktan mutluluk duymak aşktır. Gökyüzünün grisini, toprağın çorağını, denizin dalgasını sevmek, severken paylaşabilmektir âşıklık. Sevdiği kadının ya da erkeğin özünü yani ruhunu sevebilmektir hüner. Henüz gonca olmamış gülü, açmış görebilmek, yeşermemiş fidanın gölgesinde, serinlemesini bilmektir. Kıskanmadan kamu âlem ile paylaşabilmek sevgiyi, âşıklık meziyetidir. Belki imkânsızı sevmek ona ulaşmak için daima yenilenmektir. Yağan her yağmurda ruhunu yıkayıp arındırmasını bilmektir. Vefasızı, hayırsızı bile sevmek sevebilmek ardından ağıtlar yakabilmektir. Vuslata eremediği için yakıp yıkmayan vurup öldürmeyendir âşık. Çünkü sevginin zarar vermemek olduğunu bilendir âşık. “ herkes yazmış dosta arzu halini, benimkini rüzgâra yazmışlar,  bilmem tecellimi yoksa ki kader, beni bir vefasız yâre yazmışlar, yazanlar Leyla’nın Mecnun kitabın Sürmani’yi bir kenara yazmışlar.”
            İşte böyle âşık gerektiğinde bir kenara yazılmayı kabullene bilen kişidir. Uçan kuştan, esen yelden medet uman kişidir. O sevdiğinin özünde tüm canları seven ve onları kutsal görendir. Her gözün göremediğini görmek her aklın almadığını akıl etmektir. Taşlı çorak bir arazide Gazi Çiftliği’ni görmek onun için mücadele etmek yılmadan çalışmaktır aşk. Sırf bastığı kara toprağa duyduğu aşk yüzünden öleceğini bile bile Seddülbahir sırtlarına cansız düşendir âşık. Aynı zamanda “ Gelin canlar bir olalım, sevelim sevilelim bu dünya kimseye kalmaz.” Diyen Yunus Emre kadar alçak gönüllü, sevecen olabilendir âşık. Boşuna dememişler aşk adamı söyletir, dert adamı inletir diye bakın aşk beni nasıl söyletti. Lafı döndürüp dolaştırmayalım bir büyük şairin aşk üzerine Rubaisi ile bitirelim.
Dünyada ne ikbal ne servet dileriz.
  Hatta ne de ukbada saadet dileriz.
  Aşkın gül açan bülbül öten vaktinde
  Yaranla tarab yar ile vuslat dileriz.”
Yılın sonuna da Yahya Kemal üstadın şiiri yakışır sanırım. Yılınız ve gönlünüz aşkla dolsun. Tepkisiz kalmayın. Sağlıcakla kalın.
 
RİNDLERİN ÖLÜMÜ
Hafızın kabri olan bahçede bir gül varmış;
Yeniden her gün açarmış kanayan rengiyle.
Gece, bülbül ağaran vakte kadar ağlarmış
Eski Şiraz’ı hayal ettiren ahengiyle.
 
Ölüm asude bahar ülkesi bir rinde;
Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter.
Ve serin serviler altında kalan kabrinde
Her seher bir gül açar; her gece bir bülbül öter.
Yahya Kemal Beyatlı            

Önceki ve Sonraki Yazılar
Zafer ERBASLAR Arşivi